DİYARBAKIR – İlhan Sami Çomak’ın “Açık Deniz” kitabının yayımlanmasına hasbelkader katkıda bulunmuştum. Kitabın kapak resmini de ben seçmiştim: Açık denizde bir yelkenli. Bir mahpusun düşünü ifade ediyordu sanki.
Kitabı yayına hazırlarken editör inisiyatifi ya da ukalalığıyla bazı dizelere müdahale etmiştim. Biraz bozulmuş tabi ve “Vecdi şiirden anlamıyor” gibi bir cümle ile kızgınlığını dile getirmiş. Ben de, “Dışarı çıksın, kıyasıya şiir tartışalım” diye cevap göndermiştim.
O tarihte yeniden yargılanması ve serbest bırakılması gündemdeydi. Olmadı, serbest bırakılmadı. Ama cezaevi koşullarında şiir yazmaya devam etti ve İlhan Sami Çomak şiirini oluşturdu.
Belki bu gayreti, ısrarı, inadı yüzünden 30 yılını doldurduğu halde hâlâ cezaevinde tutuluyor.
İlhan Sami Çomak, somut hiçbir delil olmamasına rağmen müebbet hapis cezası aldı ve 30 yıldır hapiste. Serbest bırakılması beklenirken, İdare ve Gözlem Kurulu Çomak’ın ‘ıslah’ edilmediğine karar verdi ve tahliyesi ertelendi. Çomak, 3 ay sonra yeniden söz konusu kurulun karşısına çıkacak ve bu kurul yeniden Çomak’ın ‘ıslah’ olup olmadığına karar verecek.
Tahliye olacak umuduyla cezaevine doğru yola çıkan aile, İlhan Sami Çomak’a sarılıp hasret gidermek için 3 ay daha bekleyecek. Eğer Kurul, yeni bir ertelemeye gitmezse…
İlhan Sami Çomak şair ve özellikle şiire ilgi duyanların takip ettiği bir isim. Şair olarak isim yaptığından bu yana duruşmaları takip edildi, serbest bırakılması için değişik kampanyalar düzenlendi. Tahliyesinin 3 ay daha ertelenmesi bu nedenle kamuoyu tarafından tepkiyle karşılandı.
Hukukçular, 30 yıldır cezaevinde tutulan İlhan Sami Çomak’ın tahliyesinin yasal dayanağı olmayan keyfi bir kararla ertelendiğini söylüyor.
Kararda “genel olarak olumsuz bir durum olmamasına rağmen” geçmiş disiplin cezaları gösterilerek “iyi hal” yokluğuna gerekçe yapıldı. Oysa geçmiş disiplin cezalarının hiçbiri koşullu salıvermeye ilişkin engel teşkil eder nitelikte değil. Biliyoruz ki infazda ayrımcılık ve infaz yakmalar siyasal mahpuslara uygulanan tecridin görünen bir yüzüdür. İnfaz yakma, başta Anayasa olmak üzere ceza hukuku ilkelerini, umut hakkını, adil yargılanma hakkını ortadan kaldıran bir uygulamaya dönüştü.
İDARE VE GÖZLEM KURULU DİYE BİR ŞEY
İlhan Sami Çomak’a yönelik alınan karardan sonra pek çok kişi İdare ve Gözlem Kurulu’ndan haberdar oldu.
İdare ve Gözlem Kurulu’nun aldığı tahliyeyi erteleme kararlarıyla ilgili en çok başvuru alan kurumların başında İnsan Hakları Derneği (İHD) geliyor. Tahliye kararlarının ertelenmesiyle yeniden gündeme gelen yasayı, İdare ve Gözlem Kurulu’nun yapısını ve işleyişini, aldığı kararların sonuçlarını İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Ercan Yılmaz ile konuştuk.
Yılmaz, İnfaz Kanunu’nda Aralık 2020’de bir değişiklik yapıldığını belirterek, “Daha öncesinde şöyle bir uygulama vardı. Adli suçlular, alınmış olan hapis cezasının üçte ikisini yattıktan sonra, son bir yıl denetimli serbestlikle tahliye oluyordu. Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamında yargılananlar veya adli mahpusların bir kısmı, işte uyuşturucu ticareti, insan öldürme suçlarında bu oran dörtte üç. Yani almış olduğunuz hapis cezasının dörtte üçü bittikten sonra son bir yılda denetimli serbestlik ve koşullu salıvermeden serbest bırakırlardı. Bu kanunda 29 Aralık 2020 tarihli bir değişiklik yapıldı ve bu iyi hal değerlendirmesinin bir kurul tarafından yapılacağı söylendi. Bu kurul da hapishanede görevli olan memurlardan ve cumhuriyet başsavcısından ya da başsavcının görevlendirdiği bir savcıdan oluşuyor” dedi.
‘HAKLI OLDUĞUMUZ ORTAYA ÇIKTI’
Yılmaz, söz konusu kurulun tahliyesi gelen mahpuslara bazı sorular sorduğunu, hapishanede geçirdikleri sürede iyi halli olup olmadıklarına ve ‘ıslah’ edilip edilmediklerine karar verdiğini söyledi.
Bu yasa tasarısı ortaya atıldığı zaman yüksek sesle itiraz ettiklerini ifade eden Yılmaz, “Çünkü Türkiye’de bu tarz kurulların nasıl çalıştığını biliyoruz. Mahpusların yıllar önce işledikleri ve cezalandırıldıkları fiillerle eş tutulup, hapishanede tutulma sürelerinin uzatılabileceği endişesini taşıyorduk, ki bugün haklı olduğumuz ortaya çıktı” diye konuştu.
Kanunda değişikliğin üzerinden yaklaşık 4 yıl geçti. Yılmaz, bu uygulamayla birlikte, şu ana kadar infaz süreleri uzatılan 476 mahpus tespit ettiklerini söyledi. Yılmaz, “Tabi bunların içerisinde 2 defa, 3 defa, 4 defa infazı uzatılanlar var. Mesela 30 yılı dolmuş, hatta 32. yılın içerisinde olan mahpuslar var” diyerek uygulamayı eleştirdi.
‘PİŞMAN MISIN?’ SORUSU
Kurul, 30 yılını doldurmuş mahpuslara ne soruyor? Galiba esas önemli soru bu olmalı. Çünkü sorulan soru, aslında kurul içinde yer alanların mahpusla ilgili niyetini ya da uygulamaya yaklaşımını da tarif eder niteliktedir.
Ercan Yılmaz, işleyişi şöyle anlattı: “İdari Gözlem Kurulu, şu gün şu tarihte kurula çıkacaksınız, diyor. Kurula çıkan mahpusa, ‘Şu tarihte suç işlemişsiniz ve yargılanmanız yapılmış. Bu yargılama sonunda şu cezayı almışsınız. Bu suçu işlediğiniz için pişman mısınız, değil misiniz?’ Bize gelen başvurulara göre mahpuslara en çok bu soru soruluyor. Oysa bu soruyu sorabilecek tek bir makam var Türkiye’de, o da mahkemelerdir. Mahkemeler suç şüphesi altında olan insanlara, TCK’daki etkin pişmanlık hükümleri gereği sorar bu soruyu.
‘İYİ HALLİ DEĞİLDİR, 6 AY DAHA HAPİSTE KALSIN’
Aradan 30 yıl geçtikten sonra mahkeme vasfı olmayan, içinde sadece bir hukukçunun olduğu bir kurulun bu soruyu sormaya hakkı olmamalı. Düşünün, bir psikolog ya da bir din görevlisi soruyor ‘Sen pişman mısın?’ diye. ‘Biz bu soruya bir cevap vermek istemiyoruz’ diyor mahpuslar. En başat problem pişmanlık meselesini sormak. İkincisi, kendilerince bazı kriminal sorular soruyorlar. Mesela PKK üyeliğinden dolayı tutuklu olan kişiye, ‘PKK sizin için ne ifade ediyor’ diye bir soru soruyorlar. Rahatsız olunan bir cevap verildiği zaman da iyi halli olmadığı yönünde bir karar kuruluyor. Yine resmi ideolojiye uygun olmayan bir cevap verildiği zaman mahpuslar hakkında, “İyi halli değildir, altı ay daha hapishanede kalması gerekiyor’ şeklinde kararlar veriliyor. Bunlar en çok rastladığımız şeyler. Yine çok çok uzun süre önce alınan bir disiplin cezası mahpusların infazının uzatılmasına neden olabiliyor.”
4 YILDIR DANIŞTAY’DA BEKLEYEN DOSYA
İHD Danıştay nezdinde bu yasa değişikliğinin iptalini talep etmiş ancak dört yıldır Danıştay herhangi bir karar vermiş değil. Bazı hukuk örgütleri ve baroların da davalar açtığını, bütün davaların birleştirildiğini hatırlatan Yılmaz, buna rağmen henüz bir kararın çıkmadığını belirtiyor.
Birleştirilen davalar hakkında 4 yıldır karar verilmemiş olmasını değerlendiren Yılmaz, şunları söyledi: “Dışarıdaki ifade özgürlüğünün sınırlandırılması Türkiye’de son yıllarda en büyük gündemimiz. Toplantı, gösteri, yürüyüş haklarının engellenmesi, nasıl en büyük problemse, hapishanede tutulan mahpuslar açısından da bu böyle. ‘Bazı ödünler vereceksin’ yaklaşımı var devlette. Bu nedenle 500’e yakın insan, bu yasadan dolayı infaz süreleri 6 ay, 1 yıl, 1,5 yıl uzatılarak hala hapishanede tutuluyorlar. Üstelik bunların içerisinde çok ciddi hastalığı olan insanlar var. Hapishanenin fiziki koşullarının insan sağlığına olumsuz etkileri herkes için malum. Bu insanların büyük çoğunluğu 90’lı yılların koşullarında sorgulandılar. O dönem gözaltı süreleri 90 güne ulaşmış, avukat görüşünün yasaklandığı, çok ağır işkencelerin olduğu dönemden bahsediyoruz. Bunu devletin kendisi de kabul ediyor. Hukukun tamamen askıya alındığı yıllar. Gözaltı koşullarında ağır işkencelerden dolayı vücutlarında kalıcı hasarlar olan insanlardan söz ediyoruz. Bu kalıcı hasarlar 30 yıl hapishanede kalan insanlarda kalıcı hastalığa dönüştü. Bugün işte infaz süresi uzatılan insanların büyük çoğunluğu da aynı kişiler. Yakın zamanda hapishanede vefat eden bazı mahpusların infazlarının uzatıldığını biliyoruz.”
‘BU TCK KAPSAMINDA SUÇTUR’
Burada, infazı uzatılan mahpusların, kurul kararına itiraz hakkı geliyor insanın aklına. Mahpusların karara itiraz hakkı varsa, süreç nasıl ilerliyor.
“Evet, bir itiraz yolunuz var” diyor Yılmaz ve şöyle devam ediyor: “Kurulun verdiği karar için önce infaz hakimliğine itiraz ediyorsunuz. İnfaz hakimliği kararı doğru bulursa Ağır Ceza Mahkemesi’ne götürüyorsunuz. Oradan da bir sonuç alamazsanız Anayasa Mahkemesi’ne ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürüyorsunuz. Ama bu süreçler tabii ki çok uzun. Anayasa Mahkemesi’ne götürülen bazı dosyalar var. Ama Anayasa Mahkemesi normal bir başvuruda bile 3-4 yılda karar verebilen, iş yoğunluğundan dolayı çok uzun sürede karar verebilen bir yapıya büründü. Ama şöyle bir şey de var: Ağır Ceza Mahkemesi’nin veya infaz hakimliğinin kaldırdığı kurul kararları da bazen uygulanmıyor. Kurulun verdiği kararı infaz hakimliği yani itiraz merci kaldırıyor. Ama kurul, tekrar aynı kararı verebiliyor. Bazı başvurularda bu şikayetleri de alıyoruz. Bugün Anayasa Mahkemesi’nin aldığı kararların uygulanmamasından bahsediyoruz. Demirtaş, Kavala, Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını yerel mahkeme nasıl uygulamıyorsa, İdari Gözlem Kurulları da itiraz mercilerinin verdiği kararı uygulamıyorlar. Bu süreç bu şekilde uzuyor. Tek seferde tahliye olan mahpus sayısı neredeyse bir elin parmaklarını bile geçmiyor. Tahliye edilenlerin tamamı en az bir defa infaz süreleri 6 ay uzatılmış kişiler. Net bir şekilde söyleyeyim: Bu, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının ihlalidir. Suçtur. TCK kapsamında suçtur.”
UMUT HAKKI ELLERİNDEN ALINIYOR
30 yıl hapis yattıktan sonra özgürlüğe ve içeride hasreti çekilen dışarıya ait birçok şeyle buluşmaya bir adım kalıyor. Tünelin ucunda görünen ışık, umut etmeye neden oluyor. Ancak Yılmaz’ın anlattıklarından öyle anlaşılıyor ki İnfaz Kurulu tünelin ucundaki ışığı kapatarak umut etme hakkını elinden alıyor mahpusların. İnsanın umudunu kıran bu müdahale, öfkeyle birlikte psikolojik baskıya da neden oluyordur. Üstelik sadece mahpuslar için değil, 30 yıldır yol gözleyen aileler de etkileniyor İnfaz Kurulu’nun kararından.
Yılmaz da bu uygulamanın kolay karşılanmadığını belirterek, “Tahliye olduktan sonra bizleri ziyaret eden mahpuslar da oldu. İnfaz ertelemelerinin kendilerinden çok aileleri açısından bir yıkım olduğunu söylüyorlar. Aileler 30 yıl bekliyorlar ve artık tahliye günü geliyor. Aileler psikolojik olarak kendilerini hazırlıyorlar. Ama bu uzatmalar hem mahpusların hem de ailelerin üzerinde ciddi bir tahribat yaratıyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi birçok meseleyi psikolojik işkence olarak tanımlıyor. Bu uygulama da tam bir psikolojik işkence yöntemine, tanımına uygun bir davranış. Umut hakkını ortadan kaldıran bir uygulama. İdari Gözlem Kurulları umut hakkını, insanların hapishaneden çıkma umudunu ortadan kaldırmaya yönelik tam bir psikolojik işkence yöntemi olarak karşımızda duruyor” ifadelerini kullandı.
‘MUHALEFET ÇEKİNGEN DAVRANIYOR’
Yılmaz, bir insan hakları ihlali olan bu konuda yeterli bir gündemin oluşmadığı da vurguluyor. “Oysa” diyor Yılmaz, “Siyasi partilerin tamamı bu konudan haberdarlar. Bizim hazırladığımız bir rapor oldu. Diğer insan hakları kurumları, barolar da bu meseleye dair defalarca açıklamalar yaptılar. Ancak dediğiniz gibi, kamuoyunun bildiği simalar bu uygulamaya maruz kaldığı zaman tekrar gündeme geliyor” diye konuştu.
Muhalefetin bu konuda çok çekingen ve korkak davrandığını söyleyen Yılmaz, “Eğer ihlal edilen hak Kürt meselesiyle ilintili ise turnusol kağıdı ortaya çıkıyor” dedi.
HAK İHLALİ VAR, HERKES SORUMLULUK ALMALI
Adalet Bakanlığı’yla bir görüşme gerçekleştirdiklerini ve konuyla ilgili bir dosya sunduklarını ifade eden Yılmaz, sürecin izleneceği, İdari Gözlem Kurularının gözden geçirileceği yönünde dönüşler aldıklarını söyledi.
İHD Diyarbakır Şubesi Başkanı Ercan Yılmaz, taleplerini dile getirirken, şunları kaydetti: “Biz uygulamanın tekrar gözden geçirilmesinden ziyade tamamen lağvedilmesi, ortadan kaldırılması gerektiğini düşünüyoruz. Böyle bir yapıya ihtiyaç varsa bağımsız kişilerden oluşması gerekiyor. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcısı’nın başkanlığını yaptığı bir kurulda, kamu görevlisi kurul üyelerinin savcının kararının hilafına bir oy kullanması mümkün mü bugünkü konjonktürde? Bu mümkün değil. Birçok Avrupa ülkesinde buna benzer sistemler var hapishanelerde, ancak bağımsız kişilerden oluşur. Bağımsız sosyal hizmet uzmanları, bağımsız psikologlar ve diğerleri gerçekten somut değerlendirmeler yaparak bir karar verirler.
Meclis İnsan Hakları Komisyonuna konuyla ilgili binlerce şikayet gittiğini biliyoruz. Komisyonda Meclis’teki bütün partilerin milletvekilleri yer alıyor. İnsan Hakları Komisyonu bu konuyla ilgili Adalet Bakanlığı’yla bir görüşme yaparak alternatif önerilerle birlikte burada yaşanan mağduriyetleri giderebilir.
Sivil toplum örgütleri bu konuda sorumluluk alıp burada yaşanan durumlarla ilgili hazırlamış oldukları raporları Adalet Bakanlığı’na, iktidara ve muhalefet partilerine aktarmalı.
Hasta mahpuslar açısından bir günün bile önemli olduğunu düşünüyoruz. Çünkü o hapishane koşulları içerisinde sağlığa erişim hakları yok, ilaçlarını düzgün alamıyorlar. En önemlisi hastalıkla mücadele için bir moral motivasyonları yok. Bu nedenle hasta mahpuslar özelinde bu durumun çözüme kavuşturulması için tüm duyarlı kesimlerin bir baskı oluşturması gerekiyor. İnfaz Kurulu’nun yasayı uygulama biçimi kesinlikle ikinci bir cezalandırma yöntemine dönüşmüş durumda.”